ümerler,
M.Ö. 3500 -
M.Ö. 2000 yılları arasında
Mezopotamya'da yaşamışlardır. Genetikçi Cavalli-Sforza,
Kuveytlilerin genetiksel açıdan Sümerlerle ilişkili olabileceğini iddia etmiştir.
Sümerler'e ait şehir devletleri
Ortadoğu'nun tahıl tarımının ve evcilleştirilmiş hayvanlarının insanlık tarihinde özel bir yeri vardır; çünkü ilk uygarlık onların yol açtığı yaşam biçiminden doğmuştur. Dünyanın en eski uygarlığı,
Dicle ve
Fıratnehirlerinin aşağı kıvrımları boyunca
Basra Körfezi'ne kadar dayanan düz lığ (alüvyon) ovası üzerinde uzanan Sümer ülkesinde doğdu. Sümer topraklarını yaratmış olan ve her yıl yenilenen ırmak milinden bol ürün alınabilmesi için ilkel tarım tekniklerinin kökten değiştirilmesi gerekti.
Ortadoğu'nun ormanlık tepelerine, yaz başlarında, gelişen ekinlere hasat zamanına dek yetecek kadar yağmur yağıyordu. Ama yaz boyunca hemen hiç yağmur düşmeyen daha güneyde durum farklıydı. Böyle olunca, hasat ancak ırmak sularının ekinleri sulamak üzere tarlalara getirilmesiyle güvence altına alınabilirdi. Ne var ki, sulama kanallarının, setlerin yapımı ve bakımı yüzlerce, dahası binlerce kişinin birlikte çalışmasını ve ilk çiftçi topluluklarda görülenden çok daha sıkı bir toplumsal disiplini gerektirdi. Neolitik köylerde, olasılıkla küçük biyolojik aile sıradan çalışma topluluğunu oluşturmuştu.
Her bir aile, olağan durumlarda, kendi ekin tarlasının ya da tarlalarının ürününü tüketti; belki törensel, dinsel fırsatlar dışında ise, çok sayıda kimsenin örgütlü işbirliğine gereksinim duyulmadı. Başlıca farklılaşmalar, yaş grupları arasında ve kadınla erkek türleri arasında olduğu için, herkes aynı derecede özgürdü ve herkes aynı derecede havaların kararsızlığının kölesiydi. Bu basit toplumsal yapı, ırmak kıyısı ortamında kökten değişti. Irmak sularının denetlenmesi işinin büyük ölçüde insan çabasını gereksinmesi, halkın çoğunluğunun emeğinin bir tür seçkin yöneticiler tarafından yönetilmesini gerektirdi.
Bir seçkin yönetici sınıfının nasıl doğduğu belli değil. Bir topluluğun bir başka topluluğu fethedişi, toplumu efendilerle hizmetçiler, işleri yönetenlerle yönetilenler olarak bölmüş olabilir. Öte yandan, insan toplumundaki özel yerlerinin çok eskilere dayandığı bilinen doğaüstü uzmanları gittikçe gelişen bir görevsel uzmanlaşma sürecini başlatmış olabilir. Daha sonraki dönemlerin Mezopotamya mitoslarında, tanrıların insanları, eksiksiz donatılmış tanrı evinin, yani tapınağın yiyecek, giyecek ve öteki gereksinimlerini karşılamaları için yarattıkları anlatılır. Böylece tanrılar üretme sıkıntısına girmeksizin gereksinimlerini karşılamış olacaklardır.
Bu düşüncelerin nasıl uygulamaya konulduğu konusunda da biraz bilgimiz var. Örneğin Lagaş'ta bir yazı, kentin topraklarını, sahiplerinin tanrıya ödeyecekleri payların türüne göre üç bölüme ayırır. Büyük bir olasılıkla, tanrıya en ağır payları ödeyen çiftçilerin ellerinde, geriye kendilerine yetmeyecek kadar az şey kalıyordu; ki bu durum onları, yılın bir bölümünde tanrı adına çalışmak, demek ki sulama kuruluşlarında ya da rahiplerce planlanan öteki işlerde işlemek zorunda bıraktı. Bu yolla, çiftçilerin tapınağa verdikleri tahılın ve öteki tarımsal ürünlerin bir bölümü, tanrının özel hizmetçilerinin, yani rahiplerin yönetimi altında yürütülen işlerde çalışanlara karşılık olarak ödendi.
Böyle bir sistemin, büyük projeleri gerçekleştirecek binlerce insanın emeğinin bir araya getirilmesine olanak verdiği anlaşılıyor. Bu sistem aynı zamanda, tüm becerilerini tanrıyı hoşnut edebilecek bir lüks ve tantanayla beslemek, giydirmek, eğlendirmek ve ona tapınılmasını sağlamak yolunda kullanan çok çeşitli sanatçıların -dansçıların, şarkıcıların, sarrafların, aşçıların, doğramacıların, giysicilerin- uzmanlaşmasına da olanak verdi. Bu uzmanlar, artık zamanlarını yiyeceklerini üretmek için harcamak zorunda olmadıklarından, insanların o zamana değin ulaşabildiğinden çok daha yüksek becerilere ve bilgilere sahip olabildiler.
Böylece uygarlık, Dicle-Fırat Vadisi'nin aşağı bölgelerinde ilk yerleşimlerin görüldüğü İ.Ö. 4000 dolaylarından, çağımız bilginlerince okunabilen, Sümer kültürünün toplumsal ve düşünsel yönlerini yer yer aydınlatmaya başlayan yazılı kayıtların görüldüğü İ.Ö. 3000 yıllarına dek, bin yıl gibi kısa bir süre içinde ortaya çıkmış oldu.
Ek bilgi
Kökenleri
Mezopotamya'nın yerli halklarından değildi, sümerologların okuduğu tabletlere göre halkın bir bölümünün
Orta Asya'dan diğer bir bölümünün ise Doğu'dan
Dilmun denilen bir ülkeden geldiği söyleniyor,
Atatürk'ün
Türk Tarih Tezi'nde Sümerlerin
M.Ö. 3500 yıllarında
Orta Asya'dan
göç ettikleri ileri sürülür.
Tabletlerden okunduğu ve
mitolojilerinden anlaşıldığı kadarıyla şimdilik bilinen, Sümerler in o zaman
Mezopotamya'da bulunan
Sami kökenli halklardan olmadıkları ve kuzeyden dağlık yörelerden geldikleridir.
Bazı antropologlar; yaptıkları incelemelerde Önasya’da elde ettikleri buluntulardan, Sümer,
Kut,
Elam ve Hurri toplulukların Ural-Altay kavimlerinden özellikle atlı göçebe Türk unsurlar olabileceği kanaatine varmıştır. Eski Önasya Tarihi uzmanı
Hemmel, Sümerleri tamamıyla Türk kavmi olarak kabul etmektedir.
Orta Asya’dan 4500-5000 yıllarında gelen
Türklerin Sümerleri oluşturduğunu ileri sürer.
Sümerce’deki 350 kelimenin
Türkçe olduğu savunur. Prof. Dr. Osman Nedim Tuna da
Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi ile Türk Dilinin Yaşı Meselesi adlı eserinde 165 adet Sümerce sözün Türkçe denklerini anlamlarıyla beraber göstermiştir.
Rus arkeolosijinin atası arkeolog Nikolsky şunları söyler: "Sümerlerin ana vatanı
Aşkabad kentinin yakınındadır. Bu ülkenin kurganlarından arkeologlar taş, gümüş ve kilden yapılmış eşyaları bulmuşlardır ki bunlar,
Mezopotamya'nın güneyindeki Sümer kurganlarındakilere çok benzerler. Bütün bunlar şu düşünceye getirir ki, Sümerler büyük bir ihtimalle bu günkü
Türkmenistan'dan Mezopotamya'ya varmışlardır. Bu iki uygarlığın son analizi onların arasındaki birçok ortaklıkları göstermektedir. Sümerlerin baş Tanrıları olan
En-Lil'in yerleştiği yer Mezopotamya'nın güneyindeki düzlükte değil, dağlarda olmuştur. Belki de
Köpet Dağı'nın etekleri onların ana vatanı olmuştur"
[Matveev & Sazonov, Zemlya Derevnogo Dvureçie, Moskova, 1986, s. 38]
[Begmyrat Gerey, 5000 Yıllık Sümer-Türkmen Bağları, 1. Basım, İst.: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2004, Arka kapak].
Bilim
Yerleştiklerinde
çanak-
çömlek yapmayı ve
madenleri işlemeyi biliyorlardı. Aşağı
Mezopotamya'da
Dicle ve
Fırat nehirleri kıyısında
Uruk,
Lagaş,
Eridu,
Ur,
Kiş gibi kent devletleri kurdular. Gelişmiş bir
yapı tekniği kullanıyorlardı. Yerleştikleri kesimlerde muazzam bir
sulama sistemi kurup,
kanallar,
barajlar ve bentlerle hem
seli önleyip
bataklıkları kuruttular hem de düzenli
sulamaya dayalı bir
tarım geliştirdiler.
Tekerleği de icat eden bu toplum tarlaları, öküzlerin çektiği
sabanlarlasürüyorlardı.
60 rakamına dayanan seksajismal
sayı sistemini kullanan Sümerler'in "sos" dedikleri bu 60'lık birim bütün
zaman ve mekan hesaplarında kullanılmaktaydı ve onları bir uyum içerisinde birbirine bağlıyordu. Ayı 30, yılı 360
gün olarak hesapladılar.
Gece ve
gündüzü 12'şer
saate böldüler. Bir yılı 12 ay olarak hesapladılar.
Ay ve
Güneş tutulmasını hesapladılar.
Aritmetik ve
geometrinin temellerini attılar.
Çarpma ve
bölme cetvellerini buldular.
Daireyi 360 dereceye böldüler.
Dil ve Yazı
İlk yazıyı
M.Ö. 2500 yıllarında Sümerler buldular. İlk yazıları şekiller üzerine kurulu yani her varlık ve olay için bir şekil kullandılar. Çivi yazısı işaretleri geçmişteki bir resim yazısına dayanır. Bir kavramı ifade eden işaretlere ideogram adı verilir.
Toplum Yapısı
Devlet kentlerden oluşmuştu ve her kent surlarla çevrili idi.
Kent içinde yüksek bir tepeye yapılan
tapınak bulunurdu ki bu sosyal yaşamın merkezini oluşturmaktaydı.
Başlangıçta
Anaerkil bir toplum yapısına sahiptiler. İşbölümünün derinleşmişti;1. sınıfı din adamları ve askerler 2. sınıfı halk 3. sınıfı ise
kölelerin oluşturduğu bir sınıflama yapıldı. Sürekli savaşlar sonucunda
köle edinilmesiyle sağlandı buda halktan her insan'ın kolayca köle edinebilmesini sağladı. M.Ö. 3000-2500 yıllarında yüksek ruhbanlardan oluşan egemen sınıfları dinsel yapıya sahip kent devletlerinin yöneticileri olarak ortaya çıktılar. Bu kral-rahipler dinsel ve siyasal işleri yürütürlerdi. Bir kentin baş rahip aynı zamanda o kentin başkanıydı.
=dermen
, hissedilen her nesnenin bir Tanrısı vardı ve insan görünümündeydiler, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı.Tanrılar, insanlara ne istediklerini bildirmez. Ancak insanlar onlara, kendilerinden istenileni sorarak öğrenebilirdi.
Sümer mitolojisinin en önemlilerinden biri
Gılgamış Destanı'nda da adları geçen tanrılardan başlıcaları şunlardır:
Anu:
Gök tanrısı, önceleri baş tanrıyken sonra yerini hava tanrısı Enlil almıştır.
Enlil:
Hava tanrısı, tanrıların babası, tapınağı Ekur Nippur kentindeydi.
Enki: Bilgelik tanrısı
Nimmah (
Ninhursag): Ulu hanım, ana-tanrıça
Nanna (Sin):
Ay tanrısı
Utu (
Şamaş):
Güneş tanrısı, ay tanrısı Nanna'nın oğlu.
İnanna (
İştar):
Aşk ve
Bereket Tanrıçası
İlk defa
Akadlar tarafından içten çökertildi ve bundan sonra bir daha eski haline gelemedi; M.Ö. 2000'li yıllardan sonra uygarlıkları bağımsız kimlikleriyle yaşayamadı. Ardından gelen
Akad ve
Babil uygarlıkları çoğunlukla Sümerlerin izlerini taşıdılar. Kendilerine özgü dilleri ve çivi yazıları uzun süre yaşadı. Sümer inanışları ve mitolojisi de
Fenike -
Yunan -
Romabağlantısıyla günümüze dek ulaştı. Şu an Dünyamızda kullanılan
İncil,
Tevrat ve
Kur'an da da Sümer inanış ve felsefesinin izlerine rastlandığını iddia edenler vardır